Üretim yapmak için ne zaman iki ele ihtiyaç duysam, yanında bir de insan geliyor.
Henry Ford
Tarih boyunca insanlar önce yakın çevrelerindeki yerleri daha sonra da daha uzak bölgelerdeki coğrafyaları merak etmişlerdir. Gezdikleri yerlerde gördükleri bazı malzeme, iş ve işlemleri kendi toplumlarına da aktarmışlardır. İnsanlardaki bu merak güdüsü günlük yaşamı daha da kolaylaştırmak amacıyla yeni buluşların ortaya çıkmasını sağlamıştır. 19.Yüzyılda ülkeler arasındaki ulaşım ve iletişim olanaklarının da artmasıyla, birbiri arkasına yeni buluşlar olmuş, bunlar ülkeler arasında ve toplum katmanlarında hızla yaygınlaşmıştır. Buhar gücünün etkisiyle makinalaşma, sanayi devrimine neden olmuş ve teknolojide yeni buluşlara yol açmıştır.
İnsan yaşamını kolaylaştırmak, birim alandan daha fazla ürün almak, daha az emekle daha çok üretmek düşüncesi toplum katmanlarında yayılmaya başlamıştır. Kentler, ya da yerleşimler arasında ulaşım olanaklarının artması, sadece ticaret yapanları değil, meraklı kişilerin de değişik ülkelere seyahat etmesini sağlamıştır. Seyahatlere çıkanlar gezdikleri yörelerde gördüklerini yazarak, ya da gittikleri yerlerde anlatarak, birbirinden uzak olan bölgelerde yaşayanlar arasındaki bilgi akışını sağlamışlar ve bir bakıma dönemin iletişim aracı görevini yerine getirmişlerdir.
Bilgi alış-verişi sayesinde, insan yaşamında kullanılan araçlar daha da geliştirilmiş, bunların hayata geçirilmesi amacıyla düzenli çalışmalar yapılmış, daha rahat yaşamak için “Sistemler” oluşturulmuştur. Bilim insanları, yazarlar, gemiciler, müzisyenler, teknik becerilere sahip kişiler yeni buluşlar yapmaya ve toplumun hizmetine sunmaya başlamışlardır. Bu yaratıcı kişiler icatları sadece kendileri için değil, diğer insanlar da yararlansın diye yapmak üzere tasarlamışlardır. Ürettiklerini önce çevrelerindeki kişilerle sonra da toplumla paylaşmışlardır. İnsanların eskiye göre daha az yorulması, kas gücünün yerini makinelerin alması, bunların insan yaşamına getirdiği kolaylıklar ve sonuçta onların daha az yorulması, buluşları yapanları da mutlu etmiştir.
İkinci Dünya Savaşı milyonlarca insanı etkilemiş, insanlık adına çok acı olaylar yaşanmıştır. Şehirler yok olmuş, insanlar ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Zamanla toplumların yaraları sarılmaya, ekonomik ve sosyal anlamda gelişmeler olmaya başlamıştır.
1950 yılı sonrasındaki çalışmalar, toplum içinde insan öğesinin ön plana çıkmasını sağlamıştır. Sanayi gelişiminin ilk dönemlerindeki ağır çalışma koşulları, uzun çalışma saatleri insan gücünün tükenmesine, psikolojik , sağlık ve toplumsal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu dönemde sadece teknik ya da teknolojik gelişmeler olmamış, sosyal araştırmaların sayısı da artmaya başlamış, bu bilgiler toplum katmanlarında tartışılır olmuştur. Yıllar geçtikçe daha sağlıklı çalışma koşullarının oluşması amacıyla , duyarlı bilim insanlarının araştırmaları, sosyal yaşamla ilgili toplumsal dayanışmalar artmış, iş yaşamını doğrudan ilgilendiren yasalar hayata geçirilmiştir. Bu araştırma ve çalışmalarda “insan öğesinin” önemli bir değer olduğu ispatlanmıştır.
Hangi iş kolu olursa olsun, mutlaka insan bilgisi ve emeğine ihtiyaç duyulacağı anlaşılmış, özellikle sanayileşme süreci içerisinde sistemli ve düzenli adımlar atılmış, çalışanlar lehine sürekli iyileştirmeler yapılmıştır.
Küçük işletmelerin yerini daha çok kişinin çalıştığı, uzmanlık gerektiren işlerin, görevlerin arttığı iş piyasasında işletme ölçeği değişmiş ve daha sistemli düzenli çalışmaların sağladığı yararlar görülmeye başlanmıştır. Şirketlerde yönetim ve organizasyon kavramları yer almaya ve kurumsal davranışların olumlu sonuçların alınmasına yol açtığı saptanmıştır.
. Çalışanlarla ve onların sorunlarıyla doğrudan ilgilenen “Personel Departmanları” kurulmuş, bunlar zaman içerisinde çalışma yaşamı ile ilgili birçok konuyu, sorun haline gelmeden çözmeye başlamışlardır. Daha sonraları ise (1970’ler) “Önce İnsan” yaklaşımı iş yaşamının farklı boyutlarda ele alınmasını sağlamıştır. İnsan sadece fizik gücü ile değil, psikolojisi, eğitimi, deneyimi , bilgisi, toplumdaki yeri ve üretime katkısı ile değerlendirilmeye başlanmıştır. Yaklaşım böyle olunca, üretimin bir parçası olan insanı maddi, fiziksel kaynaklar gibi, ‘İnsan Kaynağı’ olarak ele almak gerekliliği doğmuştur. Bu düşünce de “Personel Yönetimi” anlayışını “İnsan Kaynakları Yönetimi” yaklaşımına taşımış, uluslararası boyutta gerek kamu sektöründe, gerek özel sektör bünyesinde “İnsan Kaynakları Yönetimi” ilke ve uygulamaları yaygın olarak iş yaşamında yerini almıştır